İran – İsrail Geriliminde Ateşkesin Ardından: Zafer mi, Zayiat mı?
“İran–İsrail çatışması kimseye mutlak zafer getirmedi. Sahte görüntülerle örülen ‘zafer hikâyeleri’ gerçeği gölgeliyor: İran’ın ağır kayıplarına karşılık İsrail neredeyse hiç stratejik bedel ödemedi. Ortadoğu’nun asıl çıkışı, savaş romantizmini terk edip diplomasi zeminine dönmekten geçiyor.”
İran – İsrail Geriliminde Ateşkesin Ardından: Zafer mi, Zayiat mı?
İran ile İsrail arasında patlak veren son çatışma, bölge halklarının yanı sıra küresel kamuoyunda da derin yankılar uyandırdı. Ateşkesin sağlanmasından sonra iki gün boyunca sahadaki askerî gelişmeleri ve her iki tarafın söylemlerini soğukkanlılıkla izledim. Görünen o ki İsrail, hedeflerinin tamamına ulaşamasa da İran’ın askerî ve nükleer altyapısına verdiği zarar sayesinde “yeterli mesajı” verdiğini düşünüyor. Buna karşın tam bir zafer ilan edebilmiş değil.
Amerika Birleşik Devletleri çatışmanın başında geri planda kalmayı yeğledi; İsrail’in hızla sonuç alacağına güveniyordu. Fakat planlar işlemeyince, Washington devreye girip sert bir bombardımanla müdahil oldu. İran makamları da bu saldırıların “ciddi hasar” yarattığını teyit etti ki Tahran’ın resmî açıklamalarında bile görülmemiş bir itiraftı bu.
Analizsiz Taraftarlık ve Algı Operasyonları
Çatışmanın askerî boyutu kadar, belki de daha etkili olan kısmı sosyal medyada yürütülen dezenformasyondu. Türkiye’de, yapay zekâ üretimli sahte zafer videolarına kapılıp “İran İsrail’e tarihi ders verdi” diyenlerin sayısı hiç de az değildi. İsrail’in Gazze’deki mezalimi nedeniyle duyulan haklı öfke, akıl ve analizden arınmış bir İran taraftarlığına dönüşünce, gerçeklik yerini slogana bıraktı.
Elbette hukuksuzlukla, saldırganlıkla mücadele gerekir; fakat “düşmanımın düşmanı dostumdur” basitliğiyle davranmak, Ortadoğu’daki çatışma sarmalını daha da derinleştirir. Savaş romantize edildiğinde, gerçeğin acı yüzü gözden kaçar.
Gerçekler ile Yüzleşmek
İran cephesinde yaratılan “zafer havası” ile resmi kayıplar arasındaki uçurum derin. İran Genelkurmay Başkanlığı, üst düzey generaller ve bilim insanları dahil yaklaşık 700 kayıp açıkladı. Bu, hedefin yalnızca cephe hattı olmadığını; doğrudan devletin omurgasının vurulduğunu gösteriyor.
Nükleer tesislerdeki büyük hasar, Tahran’ı oldukça zayıflattı. Yakın zamanda Cumhurbaşkanını suikastle kaybetmiş, Müttefik gördüğü Hamas lideri Haniye’nin yatağına bomba isabet edecek kadar çürümüş bir istihbarat ağına sahip, vekil gücü Hizbullah kadroları bir gecede nokta atışıyla tasfiye edilmiş bir ülke için bu tablo gerçekten düşündürücü.
Öte yandan çatışmanın bilançosu, asimetrik zararı çarpıcı biçimde ortaya koyuyor:
İsrail’in saldırılarda İran’a verdiği tahribat ile İran’ın İsrail’e verebildiği hasar arasında uçurum var. Çatışma boyunca tek bir İsrail havaalanı vurulmadı, hiçbir stratejik askerî tesis imha edilemedi, tek bir İsrail uçağı düşürülemedi. Ateşlenen binlerce füze ve İHA’dan yalnızca birkaçı İsrail hava sahasına erişti. Eğer “birkaç füzenin düşmesi” ve birkaç binanın yakıt deposunun havaya uçması kazanım sayılacaksa, savaş tarihinin çok farklı bir “zafer” tanımına kapı araladığımızı kabul etmeliyiz.
Buna karşı İran hava sahasına 200’ü aşkın savaş uçağının neredeyse elini kolunu sallayarak girip çıkması, ülkenin hava savunma zaafını çıplak biçimde gösterdi. Dini lider Hamaney’in çatışma boyunca görünmez olup, sonunda “savaşı kazandık” demesi ise ironiden başka bir şey değildir..
Bölgesel Akıl ve Yeni Güvenlik Mimarisine Dönüş
Bu tablo İran’a, vekil güçlerle bölgeyi dizayn etme politikasının sürdürülemez olduğunu haykırıyor. Ciddi ekonomik ve sosyal baskı altındaki bir ülkenin dışarıda bu kadar iddialı olması, kendi halkını daha da kırılgan kılıyor. Tahran’ın önceliği, modern ve kapsamlı bir hava savunma sistemi kurmak olmalı. Ama asıl kritik adım, komşularıyla mezhepsel rekabeti geride bırakarak diplomasi kanallarını güçlendirmek.
Bu yalnızca İran için değil, Ortadoğu’daki tüm devletler için geçerli. Teknolojik silahlar, SİHA’lar ve füzeler kalıcı barış getirmiyor; barışı inşa edecek olan, diplomatik cesaret ve ortak akıldır.
Son Söz
Savaşı bir oyun, zaferi bir tweet, devlet aklını bir görüntü filtresi boyutuna indirgersek gerçeği ıskalarız. Bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, önyargılardan arınmış soğukkanlı analizler ve bu analizlerin üzerine kurulacak adil bir barış perspektifidir. Aksi hâlde her “zafer” yeni bir zayiatın, her “kayıp” daha büyük bir yangının kıvılcımı olmaya devam edecektir.
Atanur AKSOY
26.06.2025
0 Yorum