(Abhaz Feodal Tarihi Hakkında Notlar:1)
Aristokrasi
Aristokrasi eski Yunancada “en iyilerin idaresi” demekmiş, “aristo” yani “en iyi” ve “kratia”, “güç” sözcüklerinin bilemişiminden meydana geliyormuş. Sözcük, ilk kez Atina kent devletlerinde, orduların başında dövüşen genç savaşçılar için kullanılmış. O dönemde askeri cesaret ve liyakat büyük bir erdem kabul edildiğinden, ordular da “en iyiler” tarafından yönetiliyormuş. Bu terim daha sonra Antik Yunan'a ve Avrupa'nın orta çağına gelince, askeri liderlerden oluşan ve verasete dayanan “Soylular Sınıfını” oluşturmuş. Askeri konumlarından ötürü “soylu” ve “en iyi” kabul edilen bu sınıfın tanımı, ordu kavramı değiştikçe değişmiş.
Aristokrasi; moral değerlerin, simgelerin ve toplum kültürünün ön planda olduğu bir yapılanma, durağan ve uzun soluklu bir statüymüş. Burjuvazi gibi maddi güce dayanmıyormuş. Burjuva parayı kaybederse en alt sınıfa düşebiliyor, fakat aristokrasi daha soyut daha etkileyici moral değerler üzerine inşa edildiğinden, bu statüye giriş ve çıkışlar kolay olmuyormuş. Aristokrat olabilme uzun ve zorlu bir süreç gerektirdiğinden, elde edilen statü de kolay kolay ortadan kalkmıyor, kuşaktan kuşağa aktarılıyormuş. Böyle bakıldığında, alt gelir düzeyine mensup bir burjuva örneği yokmuş. Fakat, zor koşullar altında fakir ama gururlu aristokratlar çokmuş. Aristokrasi kavramı batılılar için, özetle böyle bir anlam ifade ediyormuş.
Abhazlara gelince, yazılı kaynaklar; Abhazya'da feodalizmin MS 3. yüzyıldan itibaren görülmeye başladığını, 4. yüzyılda Apsilya, Abazgia, Misimya ve Sanigya gibi etnopolitik gruplar olduğunu, 8. yüzyılda bu grupların Abhaz Krallığını kurduğunu, inişler çıkışlar olsa da Abhaz Krallığının 1864 yılına kadar sürdüğünü ve son Abhaz Kralı Hamit Bey Çaçba ile bu dönemin kapandığını, söylüyor.
Çok eski ve köklü bir devlet geleneği olan Abhazlar, uzun yıllar feodal sistemle yönetildi. Bu sistemin yarattığı sosyal sınıflar da zannedildiği gibi öyle çil çil altın paralarla birilerinden satın alınmadı. Tamamen halkın yaşam biçiminden doğdu.
Aslında Abhaz tarihini okuyan herkes Abhazların feodal tarihini ve feodal ailelerini bilir. “Abhazya Tarihi” diye 2000 yılında çevirip yayınladığım Doç. Dr. Valeri Beygua'nın kitabında bu konu gayet net ve özet bir biçimde anlatılmıştır. O yüzden ben burada daha çok folklorik ürünlere ve Prof. Şalva İnalyıpa gibi değerli eserler yazmış bilim insanlarının analizlerine dayanarak bu sistemin Abhaz halkının yaşamından nasıl doğduğunu anlatmaya çalışacağım.
**
Yazılı kaynaklar, Abhazların “Aamıstafüa” dediği kodeksin, erken feodal çağda doğduğunu. Halkın bu sistemi benimsediğini ve ona kendi özelliklerini katarak “Şövalye Etiği” denen bir çeşit “Savaş Demokrasisi” yarattıklarını söylüyorlar.
Bu sistemin esası sözlü verilere göre; “Aşas” denen savaş tutsaklarına dayanıyordu. Tarihin eski dönemlerinde baskınlar yapılıyor, insanlar ve hayvanlar yağmalanıyor, evler talan ediliyordu. Savaşta kazanan da kaybeden de karşı tarafın insanlarını tutsak ediyordu. Sonra da “Axuduktsa” denen bu esirlerin mübadelesi başlıyordu.
Bu akınlarda talan edilen her şey; mal, mülk, insan, hayvan “Aşamxıraxu” adını alıyordu.
İnsanlar sürekli yoldaydı, bir yere gidiyor, bir yerden geliyordu. “Vaxitsa waaleyt !” diyorlardı gidenlere “Gittiğin yerden sağ salim geri dön” demek istiyorlardı.
Tarım ve hayvancılık döneminde, Abhazya'da ekonomi akıncıların elde ettiği ganimetlerden oluşuyordu. Ganimetler arasında insan da vardı. Tutsak edilen insanlar ya satılıyor ya da çalıştırılıyordu. Dönemin başlıca geçim kaynağı baskınlarda ele geçirilen bu tutsaklardı.
Böyle bir dönemde, her an ani baskın olabiliyordu. Bu yüzden toplumun büyük küçük tüm erkekleri silahlıydı.
Yine, dönemin özelliği olarak insanlar üretimlerini toplu biçimde gerçekleştiriyorlardı İmece usulü vardı. Erkekler toplanıp tarlaları birlikte sürüyorlardı. Bu yaşam kendiliğinden bir savunma sitemi oluşturuyordu. Yüzlerce hatta binlerce yıl süren bu kolektif yaşam, kolektif formlar geliştirmişti. Ülkeyi savunmak için geliştirilen bu formlar hem toprağı hem de insanı koruyordu.
Bu kolektif çalışmaların ürünü olan her şey halk arasında ortak ve eşit biçimde paylaşılıyordu.
Avcılık dönemini izleyen bu tarım ve hayvancılık dönemi, aynı zamanda “Askeri Demokrasi” dediğimiz sistemin oluştuğu dönemdi.
Abhazya'da aileler taş devrinden beri vardı. Bir ateşin, bir ocağın başında oturanlar bir aileydi. Bu topluluklar zamanla soy soy ayrılmaya başladı. Bunlara “Amtsaxara” yani “Ateş kardeşliği” ya da “Ocak kardeşliği” diyorlardı. En küçük askeri birim bu ateşin başını paylaşan aileydi.
Bir baskın veya savaş çıktığında “Ahhüaçüa” denen tellallar vardı. “Yahualek ! Yahualek ! “ diye bağırıyorlardı. Bu demekti ki “Ey ahali, duyduk duymadık demeyin. Tehlike var, herkes silahına sarılsın, birleşip gelsin”.
19.yüzyıl belgelerinde bu birleşmeler şöyle anlatılıyordu.
“Herkes görevini iyi biliyor, Önce kadınlar, çocuklar ve yaşlılar güvenli bir yere bırakılıyor. Köylüler derhal silahlanıp olmaları gereken yere gidiyorlar. Silah Abhazlar için çok önemli. Silahsız adam, adamdan sayılmıyor. Zaten erkek giysilerindeki en önemli aksesuarlar da silahlardan oluşuyor. Silahlarını seviyor ve gururla taşıyorlar. Abhazlar hiçbir zaman başkalarının silahlarını almıyorlar. Bunu çok ayıp sayıyorlar. Kendi silahlarını da kimseye vermiyorlar. Sadece kutsal bir mekana girerken ya da yakın bir akrabaları öldüğünde, onun için ağlayacakları zaman silahlarını bırakıyorlar.
Her gün korku ve tehlike içinde olan bu insanlar iyi organize oluyorlar. “Amtsaxara” genetik olarak bir aile ama aynı zamanda en küçük askeri birim. Abhaz erkekleri giyim tarzları ve silahlarıyla tam bir asker. Giysileri gibi yiyecekleri de düzenli. Yanlarına füme et, füme peynir, tuz, pırpılçıka ve hamur mayası alıyorlar. Dağlılar gibi çok yük taşımıyorlar, yiyeceklerini mutlaka paylaşıyorlar. Yolda yorulmayan, giysi ve silahlarından en ufak bir ses çıkmayan bu köylü askerler, günde yaya olarak en az 100 km yürüyebiliyorlar. Hiçbir zaman düşmana toplu saldırmıyor, çil yavrusu gibi dağılıp düşmana tek tek saldırıyorlar. Atik, tetik ve çok cesur olan bu adamlar zafere yaklaşınca da kılıç savurmaya başlıyorlar. Atla yapılan savaşa “Açıxuçüla eybaşra”, kılıçla yapılan savaşa “Ahüakiara” diyorlar. Önce kayaların arkasına, ağaçların arasına gizlenip oradan tüfekle ateş ediyorlar, sonra .....” diye devam ediyor. Hepsini yazmaya gerek yok.
Abhazlar savaş konusunda öyle yetenekliydiler ki MS 6. yüzyılda Bizans İmparatorluğunun sarayları Abhaz askerleri tarafından korunur oldu. Onlara “Ala Prima Abasgorum” diyorlardı, yani “Roma'nın en birinci askerleri”.
Savaşta mutlaka bir felaket habercisi bırakıyorlar ve ona “Füachüayü” diyorlardı. “Atsharajüayü” denen elçilere ise asla dokunmaz, öldürmez ve esir almazlardı.
Erkek çocuklar güçlü ve cesur yetiştirilir, küçük yaşta ata biner, silah kullanırlardı. Bir kişinin atını ve silahını almak ona çok büyük hakaret etmek demekti.
Abhazlar eteği yırtık çerkeska giyen erkekleri saygın kabul ederlerdi. Çünkü o bir kahramandı, yani “Afırxatsa”ydı. “Afırxatsa” “afı” sözcüğünden geliyordu, yıldırım ve yıldırım tanrısına da “Afı” denirdi. Sözün özü Abhaz erkeği fırtına gibi olmalıydı, erkek gibi Abhaz kadınları da vardı, onlara da “Afırphüıs” deniyordu.
Abhazların Avcılık Tanrısı ”Aerg” sonraları savaş ve kahramanlık tanrısı olmuştur. “Aerg Rıxatsa” demek de yiğit erkek demekti. Toplu halde bulunan insanlara “Ar” denirdi. “Ar” aynı zamanda asker anlamına gelirdi. Abhazlar önderlerini, yöneticilerini iyi dinler, onları sevip sayarlardı.
Abhazlar liderlerine, “Apıza” derlerdi. Bu savaşlar başlangıçta ganimet savaşları olduğu için akına gittiklerinde zengin ganimetle dönerlerdi ve bu ganimete “Ayhabıxuşa” denirdi. Bu ganimet ikiye ayrılırdı, bir parçası lidere verilir, kalan kısmı diğerleri tarafından paylaşılırdı. “Ayhabı” önde gittiği ve arkasındaki orduya komuta ettiği için ona önde giden anlamında “Apıza” derlerdi. “Apıza”lar giderek maddi ve manevi yönden güçlenmeye başladılar.
İşte “Ayhabıxuşa” denen ganimetin yarısının “Apıza”ya verilmesi, Abhazlarda “Erken Feodalizm” in doğmasına neden oldu. Toplum ve ekonomi ilerledikçe “Apıza”ların rolü de ilerledi ve sosyal sınıflar tam anlamıyla belirginleşti.
Abhazlarda sınıflar kişilerin gösterdiği erdemlere göre yükselip alçalabildiğinden, sosyal sınıflar kast sayılmıyordu. Kişilerin erdemlerini değerlendirmek, onlara unvanlar vermek, bazen hükümdar, bazen de halk meclisinin elindeydi.
***
Yukarıda belirttiğimiz gibi Abhazya, doğası gereği her an savunma halinde olduğu için her erkek doğal bir asker olmuş ama yine de toplum profesyonel asker sınıfına ihtiyaç duymuştur. “Aamısta” adını taktığı bu sınıf halkın üçte birini oluşturmuştur. Bazı farklılıklar olsa da “Aamısta” Batılıların “Aristokrat” diye tanımladığı sınıfın tam karşılığıdır ve Abhaz sosyo-normatif geleneksel kültürü, Abhaz etiği ve etiketi bu sınıftan doğmuştur. “Amıstafüa” diye nitelendirilen bu kültür geleneksel Abhaz normlarının temelini oluşturmuştur. Abhazların bütün sınıflarını etkileyen bu kurallar zinciri “Homomoralist” insan tipi yetiştirmeyi amaç edinmiştir. Yani her sınıftan Abhaz insanı iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, haklıyı haksızdan, nazik olanı kaba olandan ayırmak zorundadır.
Abhazların günlük yaşamından doğan bu sistem, Abhazların yönetim biçimine de yansımış. Yöneticiler, kumandanlar, amirler, bu en “En iyiler” arasından seçilmiştir. Bu yöneticilere yardımcılar, memurlar tayin edilmiş. Bu sınıfları besleyecek, çeşitli gereksinimlerini giderecek bir çiftçi ve zanaatçi sınıfı da vardır. Halkın çoğunluğunu teşkil eden bu sınıf kimi zaman özgür, kimi zaman bağımlı, kimi zaman da bir üst sınıfa daha yakındır. Ganimete dayalı bir ekonomiden doğan bu sistemin en büyük mağdurları tutsaklardır, tutsakların satılması, köleleştirilmesi, iş alanlarında çalıştırılması gibi sonuçlar da ne yazık ki bu sistemden doğurmuştur. Bu yüzden bu sisteme Abhaz dilinde “ahra-türa”, yani “beylik-kölelik” denmiştir.
Abhazlardaki sosyal sınıflara ve bu sınıflara mensup ailelere geçmeden önce, bu yapının Abhazların sözlü kültürüne nasıl yansıdığına da bakalım.
Abhaz anonim kültürünün en önemli ürünü olan Abhaz Nart Eposu bilim insanlarına göre 3000 yıllıktır. Bu destanlar “Demokratik Savaşlar” diye anılan dönemden feodal sınıfların oluşmasına kadar geçen zamanı kapsar. Nart destanlarında sosyal sınıflar yoktur, demokratik ve eşitlikçi bir ideoloji göze çarpar. Bu destanlarda çok önemli kahramanlar vardır ve bu kahramanların özellikleri ve yaptıkları işler, bize o günkü insanın yaşam biçimini ve dünya görüşünü anlatır. Bilge Sataney Guaşa “genetik sembol”dür. Sasrıkua “yiğitler yiğidi”dir ve hümanist Promethe'yi andırır. Aynarjiy “demirci ustası”dır, halka ücretsiz silah, alet edevat yapar. Güzeller güzeli “Gunda Pışdza” güzelliğinin yanı sıra bir amazon gibi dövüşçüdür.
Nartlar güçlü, kuvvetli, korkusuz ve acımasızdırlar. Bitmek bilmeyen serüvenlere koşarlar. Onların savaşları çıkar savaşları değil, keşif savaşlarıdır. Her zaman doğrudan yanadırlar, kötüye karşı kötü, iyiye karşı iyi, büyükle büyük, küçükle küçüktürler.
Sosyal sınıfların oluşmadığı bir dönemde “hanımefendi, prenses” anlamına gelen “Guaşa” sözcüğünün Sataney'in unvanı olarak kullanılması bana biraz ilginç geldi. Aynı şekilde, henüz tanrı inancının olmadığı bu dönemde orman ve av tanrıları olarak bilinen Aerg ve Ajüeypşaaların Nartların yol göstericileri olması ve kızlarının Nartlarla evlenmesi de ilginçti. Evliliklerde dikkate alınan kriterlerin feodal dönemde olduğu gibi soya sopa dayanmayıp, yeteneğe, cesarete ve yiğitliğe, iyi dövüşmeye dayanması normaldi ama feodallerin malikanesi olarak kabul edilen kalelerin Nart kahramanlarının mütevazı meskenleri oluşu yine ilginçti. Nartlar gerçekten, feodal dönem öncesi yaşamış büyük bir aileydi. Abhazların 3000 yıl önceki yaşam biçimini, düşünce tarzını, değer yargılarını, sosyal ve ekonomik durumunu gözler önüne seren en güzel tabloydu.
Nartlardan sonra doğduğu kabul edilen Abrıskil efsanesine baktığımızda, Abrıskil'ın politik bir kahraman olduğunu görürüz. Onun döneminde eşitlik bozulmuş, hakim güçler ortaya çıkmış, doğa üstü olaylar tanrının eseri kabul edilmiş, kötü ve şeytani güçler, hayvan kılığında görünen insanlar, dışarıdan gelen düşmanca saldırılar, baskınlar, soygunlar, yağmalamalar başlamış. İçeride uğursuz sülaleler, zararlı otlar türemiş, üstelik Nartların baş belası devler de halen hayattadır. Abrıskil halktan, haktan ve insandan yanadır. O Abhazya sevdalısıdır. Kişisel hiçbir isteği yoktur. Ailesi bile yoktur. Ev, bark, şan, şöhret gibi şeylerin peşinde değildir. Varı yoğu halkı ve ülkesidir.
Bilimsel yaklaşımlara göre Abrısil anaerkil dönemden ataerkil döneme geçişi simgeler ve sosyal sınıflar bu dönemde doğmuştur. Nartlardaki bireysel istek ve tavırlar yerine Abrıskil'da toplumsal düşünce ve mücadele vardır. Abrıskil Abhaz Promethesidir. Promethe nasıl Olimpos'ta oturup insanlara zarar vermek isteyen Zeus'la mücadele ediyorsa, Abrıskil da o gün için egemenliği elinde tutan tanrısal güçlerle mücadele etmeye çalışır. Abrıskil'ın vücudu da Promethe gibi zincire bağlıdır ama yüreği ve kafası hep özgürdür.
Abhazların tüm sözlü ürünleri; masallar, atasözleri, deyimler, şarkılar, mitolojik öyküler ve çeşitli söylenceler. Abhazların sosyal yaşamında bu sosyal sınıfların var olduğunu gösterir.
Avcılık dönemine ait en eski şarkılar “Ajüeypşiaa” denen avcılık tanrılarına söylenmiş şarkılardır ve orada Avcılık tanrısına “Ajüeypşiaa ah duw” diye hitap edilir, yağmur duası “Dziwawa” da “Ah yıpa dışabakıyt” denir. Bebeklere söylenen ninnilerde “Rah duw yıpa Gerg atata dıçöp” derler. Sofra dualarında “... Wırt atsapxakua aa htınıhüsak yırkup” derken “ahtınıhüsa” yani saraylı kadınlardan söz edilir. Bilmecelerin pek çoğunda “ah” yani “prens” sözcüğü geçer “Ah yaşta ası aweyt” gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Abhaz sosyal ve kültürel yaşamında bu sınıfların ve bu sınıflara özgü terminolojinin geçmediği yer yok gibidir.
Abhaz folklorunda “etnogenetik mitler” vardır, bu konudaki söylenceler her ne kadar Abhaz halkının Abhazya'ya başka yerden mi geldiği, yoksa bu topraklarda otohton, yani yerleşik mi olduğunu anlatıyorsa da konu dönüp dolaşıp Abhaz krallığına ve Abhazya'nın ilk hanedan ailesi olan Açbalara gelir.
“Genolojik söylenceler” de ilginçtir. Abhazlarda her aile kendi sülalesine çok değer verir. Aynı soy adını taşıyanlar birbirleriyle evlenmez. Sülaleden iyi biri çıktığı zaman onunla gurur duyulur, övünülür. Ama onları utandıracak biri çıktığında da onu derhal kendileri yargılayıp cezalandırırlar. Ayrıca sülaleler arası bağlar bilinir. Her sülale kendi kardeş sülalesi hakkında bilgi sahibidir. Örneğin Adleybalarla Leybalar, Amparlarla Mıkubalar, Smırlarla Sımsımlar birbirleriyle kardeş sülale olduklarını bilirler.
Çok yakın zamanlara kadar halk arasında “Ajüla bziya” yani “İyi sülale” diye anılan aileler vardı. Ayrıca ailelerin tarihsel geçmişi de çok iyi biliniyordu. Bazı ailelerin ilginç öyküleri vardı. Örneğin; Xetsiyaalar “Axiatsa” ağacından geliyormuş ve tanrının annesi bu soydanmış, o yüzden Xetsiyaalara yıldırım çarpmazmış. Anwa, Abganba, Ynapha, Ynabışba ve Açba ailelerinin Abhazya'ya gelen ilk aileler olduğu söylenir. Açbaların öyküleri ise genellikle “Apsha” denen Abhaz kralları ile bağlantılıdır.
Apsha ile ilgili metinlerde “Apsha hüa dıqan, Apsnı yıkın, Apsnı dahnı dıqan. Ajüt ah dıqan, Apsnı hüntkarıs yıqaz yara yakun, Apsha Apsnı ah yakun, Acügi dıyxipşımızt, Axakuytra yıman. Apsuwaa Anapandza yınaskianı yınxaon, Kuteş ahas yıtüazgi dapsıwan, Apsha hüa yıştan. Kavkaz zegi Apsha ykın. Rapxiadza Apsnı ahas yıqaz Apsha yop” biçiminde cümlelerle karşılaşırız. Yani “Apsha diye biri vardı, Abhazya onun elindeydi. Eskiden Ah vardı, Abhazya'nın hükümdarı oydu. Apsha Abhazya'nın ahıydı, kimseye bağımlı değildi, bağımsızdı, Abhazlar Anapa'ya kadar ilerlemişlerdi, Kutais'de oturan kral da Abhazdı, ona Apsha derlerdi. Bütün Kafkas Apsha'nın elindeydi, Abhazya'nın ilk ahı Apsha'dır” gibi cümleler Abhazların geçmişte nasıl bir yönetim biçimiyle yönetildiğini ve hatta politik sınırlarını bile anlatmaktadır.
Gelelim feodal döneme ilişkin tarihsel kahramanlık öykülerine. Nartlardan ve Abrıskil'den söz ettik. Abhazlar ezelden beri kahramanlara ve kahramanlık öykülerine değer verirler ve bunları şarkı haline getirirlerdi. Bu kahramanlık öykülerinin bir çoğu ülkeye denizden, karadan, dağdan, ormandan, doğudan, batıdan gelen düşmanlara karşı ülke savunması yapan kahramanlarla ilgilidir. Hatta Ubıhların senenin her mevsimi Abhazya'ya yaptığı saldırılar bile şarkılara konu olmuştur, “Saatgeriy Adagua yıpa Berzeg” şarkısında olduğu gibi.
Kahramanlık şarkıların önemli kısmı feodallerin birbirleriyle ve halkla olan çatışmalarını anlatır. Pışkiaç yıpa Mança ve Baalow-pha Madina, Ynapha Kiagu, Şarıtxua yıpa Mısost, Ajgeri yıpa Kuçuk, Aşü Danakay, Başnıxu Xuit, Kiahba Hacarat, Bgajüba Salaman gibi şarkı kahramanları genelde feodal beylere karşı halkın yanında yer alan kişilerdir. Yani halk olumlu, olumsuz pek çok feodal öyküyü hiç yan tutmaksızın açıkça anlatmıştır. Halkın yaşamında gizli kapaklı bir şey yoktur, haklıyı haksızı ayırt etme konusunda son derece objektifler.
Demek istediğim, halk kendiyle ilgili gerçekleri gizlememiştir. Bu değerli sözlü ürünler kuşaktan kuşağa bozulmadan gelmiştir, bir çok yazılı belgeden sağlamdır. Kaytmas-yıpa Halibey Amarşan şarkısında “Zapşiaa amahagiajükua-Katil Zapşlar” denir. Salaman Xatsa için söylenen şarkıda “Atavadçüa jülar zırguaqwaz, yaşia dışnı yıbnalakuaz waa dırximdzey wa- Halkı canından bezdiren, kardeşini vurup giden tavadlara oracıkta yetişti” denir. Buna benzer yüzlerce örnek vardır.
Bu uzun örnekleri vermekten amacım; halkın yaşamında böylesine yer etmiş bir sistemi yok saymak, görmezden gelmek, geçmişi analiz edip geleceğe proje üretmek yerine, konuyu kişisel kompleks ve egolara mahkum edip devletçilik tarihimizin uzun bir dönemini tabulaştırmak, geçmişimizi zifiri karanlığa gömmek, geleceğimizi karartmak isteyenlere biraz ışık tutmaktır.
****
Abhazların sosyal, siyasal ve ekonomik yaşamlarında yer etmiş tarihsel bir gerçeği nasıl inkar edebiliriz.
Hadi her şeyi inkar ettik.
MS 705-711 yılları arasında Prokopi'nin krallar listesinde yer alan ve Açba hanedanına mensup 9 Abhaz kralını nasıl inkar ederiz. C. Toumanoff'un I. Leon ile başlattığı Açba hanedana mensup 23 kralı nasıl inkar ederiz. Daha sonra Çaçba hanedanıyla varlığını sürdüren Abhaz krallığındaki feodal sınıfları, dolayısıyla feodal aileleri inkar edebilir miyiz?. Abhazya'nın devletleşme süreci içinde ilk politik merkez olma özelliği taşıyan Tsabal'ı, Tsabal Kalesini ve bu bölgeden geçen tarihi ipek yolunu ve bu yolu denetleyen Marşan prenslerini inkar edebilir miyiz? Adları bu gün bile yer adlarında yaşayan “Geçripş, Tsandrıpş, Adler” gibi isimlerin “Geçba, Tsanba, Arıdba” gibi aristokrat ailelerin isimlerine izafeten verildiğini inkar edebilir miyiz. Halk arasında“doğduklarından itibaren 5 yaşına kadar toprağa bastırılmayan Awıbla” ailesi hakkındaki söylenceleri inkar edebilir miyiz?
Abhazların “Apsha” denen krallar tarafından yönetildiğini bu kralların Açba ve Çaçba adlı hanedan ailelerden geldiğini bilmeyen Abhaz yoktur. “Açba ve Çaçba yaşadıkça siz de yaşayın” anlamında “Açbey Çaçbey nçüandza şümıpsaayt” diye bu gün de dualarına katarak bu aileleri kutsamaktadırlar. Krallık döneminde Abhazya'nın bölgelere ayrıldığını bu bölgelerin “aamıstaduw” denen sınıflara mensup ahların yönettiğini ve daha nicelerini inkar etmek Abhaz tarihini de inkar etmek demektir.
Feodal sistemle yönetilen bütün halklarda olduğu gibi Abhazlarda da anımsanmak istenmeyen olaylar yaşanmıştır. Bilmezlikten gelinen, hatırlamak istenmeyen, bazen de inkar edilmek istenen konu budur. Ancak bunlar yaşandı diye bu değerli ailelerin tümünü karalamak doğru değildir. Bu tutum, Çerkes Ethem yüzünden bütün Çerkesleri hain ilan etmeye benzer. Şundan emin olmalıyız ki o uzun feodal tarihimizde hoşumuza gitmeyen olaylar kadar gurur duyacağımız olaylar da vardır. Bir devlet kurmak ve bu devlet geleneğini sürdürmek kolay bir iş değildir.
Ayrıca, Abhaz dilinde“Aamısta” sözü ile tanımlanan bu sınıfın diğer dillerdeki karşılığı “Aristokrat” ya da “Soylu” sözcüğüdür. Abhaz dili ile ilgili tüm ansiklopedi ve sözlüklerde bu sözcüğün karşılığı budur. Bu ailelerin toplumsal tarihimizdeki yerini, xabze dediğimiz etik ve etiketimizi, sosyal yaşamımızdaki kültürel ve sosyal birikimleri onlar olmaksızın tanımlamak mümkün değildir. Yaşamın her alanına damgasını vurmuş ve nüfusun önemli bir bölümünü teşkil eden bir kesimi yok saymak, onları karalamak, dışlamak ve hakir görmek kimsenin haddi değildir. Kaldı ki bu ailelere mensup devlet adamı, asker, yazar, şair, sanatçı, sporcu gibi pek çok değerli kişi var ve soyadlarını gururla taşıyorlar. Bu insanları ve soyadlarını inkar mı edelim.
Şahsen kendim, aileleri bu sınıflara mensup bir çok kişi ile yakından tanıştım, onlarda gördüğüm kibarlık, sadelik, incelik, alçak gönüllülük, efendilik, şıklık, zarafet, fiziksel ve ruhsal güzellik dikkate değer. Bu özellikleri çevrelerinde onlara karşı sevgi ve sempati uyandırmaktadır. Bazı istisnalar olabilirdi ama bu kaideyi bozmaz.
Binlerce yıllık geçmişi olan bu antik ailelerin fertlerinin günümüze kadar gelebilmiş olması da tarihsel açıdan bir şanstır. Bizans İmparatorunun, Hazar Hakanının, Osmanlı İmparatorunun yaşayan bir ferdi canlı tarih demektir. MS 8. yüzyılda krallık kurmuş bir Abhaz hanedan ailenin, yaşayan bir ferdi ile kurulacak sağlıklı iletişimin, tarihimize ışık tutmaktan başka ne zararı olabilir.
Türkiye'nin ilk kadın ressamı hakkında kitap yazmak “Türk Sanat Tarihçileri”nin en büyük hayali imiş. Resim sanatının köşesinden bile geçmeyen biri olarak bu değerli ressamın biyografisini yazmak, böyle bir aile ile tanıştığım için bana kısmet oldu.
Feodal tarihimizi tabulaştırmamalıyız. Feodal aileleri dışlamamalıyız. Bizim feodal yapımız başka hiçbir topluma benzemeyecek kadar özgündür. Sadece “Atalık” sistemi bile sınıflar arası sağlıklı iletişimin en güzel örneğidir. Hepimiz biliyoruz ki bu sınıflar arası ilişkiler başlangıçta daha insancıl ve demokrattı, değişik etkenler zamanla bu durumun bozulmasına neden oldu. Buna karşın kendisi soylu bir sınıfa mensup olup köylü sınıfının çıkarları için çırpınan niceleri de vardı. Jana Açba bunlardan biriydi.
Yazımı, Nestor Lakoba'nın soyluluğu ile böbürlenen bir gence söylediği şu sözlerle bitirmek istiyorum.
“Sen soyluların bu sıfata nasıl sahip olduğunu biliyor musun? Soyluluk unvanı onlara kara kaşları. kara gözleri için değil, halka hizmetlerinden ve soylu davranışlarından ötürü verildi. Oysa sen soyluluğunla böbürlenip halka tepeden bakarak geziyorsun. Sen bu soylu sülaleye layık olacak ne yaptın? Ülken ve halkına ne verdin ki insanların sana soylu muamelesi yapmasını istiyorsun. Gerçekten değer verilmesini ve saygı görmeyi istiyorsan bunu hak edecek hizmet ve davranışlarda bulunmalısın. İşte o zaman hem kendini hem de soyadını yüceltmiş olursun ve o gün geldiğinde senin böbürlenmene gerek kalmaksızın hak ettiğin saygıyı görürsün''
*****
Eskiden Abhaz protokolüne göre bir kişinin yeri ailesinin sınıfına göre belli olurmuş. Bu temel sınıfların üstünde de bir aile varmış. Bu aile imparator ailesinden bile üstün sayılır, kutsal kabul edilirmiş, bu ailenin adı “Awubla” imiş.
Hükümdar, kumandan bey sınıfı için Abhazca “Ahı” denirmiş ve bu sınıfın hükümdar olanlarına “Ah” diğerlerine “Tavad” denirmiş. Bu insanlar çabuk kızmayan, iyiliksever ve centilmen tabiatlı imişler ve terbiyeleri örnek alınırmış. Herkese karşı güler yüzlüymüşler, çok konuşmaz, kahkahayla gülmez, gülerken dişlerini göstermezlermiş. Böylelerine Abhazca “Awpafül” denirmiş. Sözcüğün aslı “Ah-pa-fül” imiş, yani “Beyzade huylu”
Bunlardan sonra, memur, efendi, tüccar sınıfı gelirmiş ve onlara da “Aamısta” denirmiş. Aamısta “Efendi” anlamına gelirmiş. “Aamıstafüa” da efendi huylu demekmiş. Bu sözcük de kibarlık, centilmenlik anlamında kullanılırmış.
Bu terimler, halkın bu sınıftan ne umduğunu ve onlara ne gözle baktığını gösteriyor. Kısaca, Abhaz dilinde Aristokrat karşılığı olarak kullanılan “Ah” ve “Aamısta” sözcüklerinin anlamı toplumun en iyi yetişmiş kişilerini tanımlıyor. Bu kişiler erdemlerini ve yetkilerini yitirmiş olsalar bile her sınıf insanının sevgi ve güvenini kazanan, sevimli, güler yüzlü, efendi kişilermiş. Bu konuda istisnalar varsa da kaideyi bozmuyormuş.
Geçmişteki sınıfsal yapıları ne olursa olsun bütün Abhazlar değerlidir ve birbirleri ile her zaman saygı ve sevgi içindedirler.
Mahinur Tuna Papapha
İmsak | Güneş | Öğle | İkindi | Akşam | Yatsı |